HACAMAT'TAN GAYRAMAZ'A BİR YOL HİKÂYESİ
Malum mübarek Ramazan ayının sonunda yeni bir bayrama kavuştuk. Bu vesilesiyle ben de ana ocağım, baba yurdum, ata toprağım olan Hacıahmet Köyüme gittim. Hasretle kavuşmalar, bayramlaşmalarla birlikte aynı zamanda sıla-i rahim görevi derken adeta bayramın tadını çıkardık. Gezdim tozdum eğlendim. Bayram olağanca tadıyla sürerken köye gidilir de Doğan Tepesine gidilmeden olmazdı. Bir ara fırsat buldum birkaç arkadaş bizim en yakın piknik alanımıza uğradık. Orada muhabbet esnasında birden Karyağmaz'ın memleket şairi yazar emekli imam Hayrettin (Dede) hocam aklıma geldi. Benim kendi köyümle ilgili "KÖYÜMDE İFTAR, BİZİM İÇİN İFTİHAR VAKTİYDİ" başlıklı yazıma yorum olarak özetle "Bizim Dede Mezarı'ndan ve köyümden de bahset biz de biraz memleket özlemi giderelim." demişti. Ayrılık o kadar etkilemiş ki sanki memleket hasretinden yanmış tutuşmuş. Bu yorum bana hani hepimizin bildiği "Bülbülü altın kafese koymuşlar ah vatan!" demiş ata sözünü hatırlattı. Hayretin hocamınki böyle birşey herhalde. Ya da başka bir tabirle insan içinde bulunduğu nimetin kıymetini bilmezmiş. İşin ilginç yanı onlar bize biz de onlara özeniyoruz. Anlamadım ben bu işi. Neyse fırsat bu fırsat hemen yola koyuldum. Her ne kadar da olsa sonuçta onun memleketni onun kadar anlatamam. Onun özlemini ne kadar giderebilirim onu da bilmem ama yine de naçizane dilimin döndüğü kadar karalamaya çalıştım.
Öncelikle başlığıma bir parantez açmak istiyorum Hacamat ve Gayramaz da neresi diyebilirsiniz. Bilenler bilir ama bilmeyenlere izah edelim Mevzu bahis namıdiğer Hacamat benim köyüm yani Mustafakemalpaşa'ya bağlı Hacıahmet Mahallesi, Gayramaz ise komşu köyümüz olan Dursunbey'e bağlı Karyağmaz Mahallesi. Balıkesir-Bursa sınırlarında sırt sırta yerleşmiş iki köy. Çoğunlukluğumdan bu yana hatırladığım, Karyağmaz köylüleri bizim köyü Hacamat diye bizim köylülerde Karyağmaz'ı Gayramaz diye anarlardı.Yöresel bir şive veya söyleyiş tarzı diyelim. Parantezi kapatmadan bir konuya daha değinmeden geçemiyeceğim. Öyle bir köy ki burası okuma yani ilim tahsili ve işe yerleşme konusunda ülke gündemine damga vurmuş başarı hikayeleri var. Havasından mı suyundan mı yoksa toprağından mı bilmem. Gerçekten de bu konuda başarılarıları yadsınamaz bir gerçek. Yetiştirdiği hafızlarından imam ve müftüsüne, bürokrasinin en alt kademesinden milletvekiline varıncaya kadar yok yok. İlim tahsiline çıkan başarmadan geri dönmemiş, tabiri caizse giden başarmış ve devlette hep bir köşe başını tutmuş. Aynı şekilde zanaat ve ticaret erbabına varıncaya kadar hepsi birer başarı örneği sergilemişler. Bu başarı hikayeleri akademik anlamda tez konusu olacak kadar dikkat çekiyor. Zanaat konusunda ise; eskiden ferace kestirmek ve diktirmek anlamında terzi, kazma ve çapa tamiri hususunda demirci, çertlemek yağı çıkartmak için mengene, buğday öğütmek için değirmen anlamında hep en yakın adresimiz Karyağmaz'dı.
Neyse bu kısa anektottan sonra hasreti daha fazla bekletmeyelim. Biz yolumuza bakalım. Doğan Tepesi'ni azıcık geçtikten sonra gözüm yolun alt tarafındaki yatağa (yayla evi) takıldı. Eskiden rahmetli Küçük Hacı amcam vardı bu yatakta şimdilerde ise namıdiğer bizim Yaşar molla orada onun mesleğini devam ettiriyor. Biraz daha tepeye tırmandığımızda düze çıkar çıkmaz Dede Mezarına vardık. Burası da Gayramazlıların piknik alanı. Tarihi mezarı, mescidi ve çeşmesiyle dağ başında minyatür bir külliyeyi andırıyor. Biraz mola verdik ve biraz da soluklandık. Mola esnasında şöyle bir baktım karşımızdaki komşu köye. Hüzün bulutlarının gölgesinde sesizliğin hakim olduğu tam bir hayalet köyü andırıyor. Camii minaresiyle birlikte dimdik dursa da hala içinde birçok şeyin eksikliği uzaktan da olsa yansıyor. Çünkü köy bir kaç yıl önce yasal mevzuat çerçevesinde Mustakemalpaşa Kayabaşı Mahallesi yanına taşındı. Pilot köy uygulaması kapsamında ilçeye kuş bakışı mesafede modern bir köye kavuşmalarına rağmen eskiye özlemleri hiç bitmemiş. Uzaktan baktığımızda garipliği ve masumiyeti anlayabiliyorsunuz. O yüzden köyün ruhu terkedilmişlikten o kadar sıkılmış olacak ki "Haydi neden gelmiyorsunuz?" der gibi sanki bizi çağırıyordu. Hemen dereye doğru yol aldık ve çok geçmeden köye ulaştık. İlk dikkatimi çekense eskiden bayram ve düğünlerde araç park edecek yer bulmakta zorlanırdık. Ama şimdi ise her yer bomboş kalmış. Buruk bir hüzünle karşılaştık. Artık ne bacası tüten bir eve ne yanan bir mahalle fırınına rastladık. Fırın önünde sıcak sıcak bölünerek dağıtılan pide kokusu dahi yoktu. Hepsi yalan olmuş, ya da sanki hiç yaşanmamış gibiydi. Köye girer girmez aşağıya doğru giden yola şöyle bir baktım, gitsem Asri Hoca dayım Uzun Bekir dayım, Halil dayım ve İbram dayım yoktu. İbram dayım olsaydı belki kış kavunu kesiverirdi diye aklımdan geçirdim. Neyse merkeze doğru devam ettim. Caminin yanında vardığımızda ise o eski kalabalık yoktu. Ne Hacı Nuri'nin dükkanı açıktı ne de Harun abi vardı. Dükkan dediysem bir köy bakkalından öte gıdadan giyime, akaryakıttan tekel ürünlerine yok yoktu. Hacı Nuri ise teşbihte hata olmasın aynı bakkalı gibi tam donanımlı ve renkli bir kişiliğe sahipti.
Bir ayağı Ankara Güniz Sokağa uzanan,
Köyü adına daima tuttuğunu koparan,
Muhtarlık anlamında adını efsaneler arasına yazdıran
Hizmet anlamında ise gerektiğinde bürokrasiyi ayağa kaldıran
biriydi. Cami yanında üç beş ihtiyar ara ki bulasın. Yörenin uleması Hatıp hoca dayı gibi ne eskiler kalmış ne de yeniler. Camii bütün ihtişamıyla yerinde duruyor ama cemaat yok. Kur'an Kursu ve ilkokul öksüz kalmış bir çocuk gibi kaderine terkedilmiş öylece duruyordu. Gayramaz'ın ıssız sokaklarında dolaşırken biraz da çaysadık. Ali Dağdu Demirci İsa, Ümmet hoca, Hüseyin Doğdu(Saddam), Sarı İrfan, Demirci Ali, Çakıcı Mehmet, Motar İsmail, Hamit Er, Ramazan Kaya, Hasan Kaya ve Nurettin gibi akranlarımdan ve sağdıçlarımdan biri bari olsa da bir çay söylese de içsek. Ama ne çay var ne de kahveci. Susurluk'ta yakinen görüştüğümüz aynı zamanda da akrabam olan Ahmet Sak hocam bari olsaydı çay söylerdi. Ama o da yok. Köy içinde yola devam ederken üst tarafa baktım, babaannemin kardeşi Mehmet dayım sanki inip geliyor gibi geldi. Ama ne gelen var ne de giden. Ne Mehmet dayım kaldı ne de Sinan ağabeyim. Biraz ilerleyince yolun alt tarafında köprü gibi girişli evden de sanki babaannemin kız kardeşi Habibe teyzem çıkp gelecekmiş gibi geldi. O yok ya bari bastonuna dayanarak Molla dayı çıkıp gelsin ama o da yoktu. Daha fazla yukarı gitmeye gerek yoktu artık. Issızlık sokakları öyle etkilemiş ki baharla birlikte her yeri ot sarmış. Geri döndüğümde ise Onbaşı Mehmet dayı, Moturcu İbram dayı, Kazan Mustafa dayı, Tatar İbram dayı, Hacı Ellez dayı, Abduraman dayı, İşletme Ramazan dayı, yıprak muhtar İsmail dayı, Bayram Tayyar dayı, Toman Bayram dayı, Köfüncü Mehmet dayı, Moturcu Ellez dayı, Nercüvan abi, Dede Adil abi, Ramazan Tayyar dayı, Reşat abi, Tekkanat İsmail abi gibi kimi akraba kimi tanıdık ve dost insanlarla dutların gölgesinde uzunlamasına tahta oturaklarda oturup çay eşliğnde hasbihal etsek bayramlaşsak ama her şeyin yerine yeller esmiş. Çoğuyla eskiden babamın bakkalına cuma günleri alışverişe gelip giderken samimi olmuştuk.
Kadiroğlu Hüseyin dayı ile oturup akrabalık bağlarını tekrar kursak,
Babamın ahbaplarından değirmenci dilsiz dayıya hamırsız yaptırsak
Hala yüz yüze tanışamadığımız Hayrettin hocamla oturup biraz edebiyat ve şiirden dem vursak,
Bisikleti her arıza yaptığında "Vesaitin mi var derdin var." deyip dertlenen aşçı Mustfa Çakıcı ağabeyle Kur'an Kursu yıllarından konuşsak,
Galeci Ramazan dayıyla samimi olarak bir iki muhabbetin belini kırsak.
Öğrencilik yıllarımızda davranışlarıyla bizlere rol model olan Mustafa Efe hocamla biraz eskilere dalsak.
Her karşılaştığımızda şahsıma "Mustafamız" diyerek yaklaşan akraba canlısı Mustafa Sak (Kalemli) ağabeyle eski günleri hatırlasak.
Murat Sali ile biraz siyaset muhabbeti yapsak,
İ.H.L den aynı sıraları paylaştığım Süleyman Çakıcı arkadaşımla buluşsak
Nafiz Sekiz'le eskiden olduğu gibi köy maçlarında karşılıklı futbol oynasak.
Yok yok yok, maalesef mazide kalmış herşey. Kimi dar-ı bekaya göçüp gitti kimi yeni Karyağmaz'a taşındı gitti. Unuttuklarımın affına sığınarak son olarak da akrabam olan Halibram dayı yani namıdiğer Dela ile ilgili gönlüme düşen bir dörtlükle hatıralarımı sonlandırıyorum.
Yaşı kaç olursa olsun hep 18'lik delikanlı gibi formunu koruyan.
Çalgılı bir düğünde tahta kaşıkları eline takıp takıştıran.
İki dönüve bakam diyeni kırmadan meydanın tozunu attıran.
Kırık çıkık konusunda hep uzmanlığını konuşturan.
Velhasılı uzun lafın kısası, eski Gayramaz'a gittim gezdim tozdum ve kimseyi bulamadan döndüm. Bir yolculuğun daha sonuna gelirken yazımın da finaline yaklaşmış bulunuyorum. Geriye hüzün ve eskiye dair canlanan hatıralar kaldı. Bu duygularla geçmişlerimize Allah'tan rahmet, kalanlara da selamlarımı gönderiyorum. Sürçülisan ettiysek affola. Hoşçakalın, dostça kalın. Sağlıcakla kalın.
Mustafa KURUOĞLU 02.04.2025
Yorumlar
Yorum Gönder